fitoterapi

Fitoterapi “Hastalıklardan korunmak ve tedaviyi desteklemek amacı ile tıbbi etkisi bilinen bitkilerin, onların etkin maddelerini içeren kısımları ve/veya bir işlem yoluyla elde edilmiş doğal ürünleri ile bunlardan hareketle hazırlanarak standardize edilmiş tablet, kapsül, tentür...gibi farmasötik formlar ve bitkisel tıbbi ürünler kullanılarak yapılan tedavi uygulaması” olarak kabul edilmektedir.

Fitoterapi, farmakoloji (ilaç bilimi)’nin köken aldığı ana dalıdır. Bitkilerin direkt veya belirli işlemlerden geçirildikten sonra tedavide kullanılmasını araştırır. Bilinen en eski tedavi yöntemidir. Fitoterapide kullanılan bitkiler şifalı bitki veya tıbbi bitki olarak adlandırılmaktadır. İlaç sanayisinin sentez yoluyla ilaç üretimine yönelmesi bitkisel ürünlerin ikinci plana atılmasına sebep olmuştur. Tıp eğitiminde bitkisel tedavinin “eski bir tedavi şekli” olarak nitelendirilerek, eğitim programlarından çıkarılması bir anlamda unutulmasına sebep olmuştur. Bu durum tıbbi bitkileri etkisiz hale getirmemiştir. Aksine, modern tıp eğitimi ile yetişen hekimlerin büyük çoğunluğu fitoterapi bilgisinden mahrum kalmıştır.

Fitoterapi ve Bitki

Bitkilerin hastalıklardan korunma ve tedavideki rolü, inkar edilemeyecek bir gerçektir. Fitoterapide kullanılan bitkiler fotosentezle binlerce farklı bileşiği meydana getirebilmektedir. Bitkilerin yapısında birincil (protein, karbonhidrat, sabit yağ̆, vb.) bileşenler ve ikincil (flavonoitler, saponinler, alkaloitler vb.) metabolitler olarak adlandırılan maddeler bulunmaktadır. Bu maddelerin kimyasal yapılarındaki çeşitlilik sınırsız gibi görünmektedir. En modern laboratuvarlarda bile sentezlenemeyecek moleküller bitkilerin doğal yapısında kolaylıkla ve sürekli olarak sentezlenmektedir. İnsanoğlu henüz bu doğal moleküller ve onların insandaki etkilerinin çok azından haberdardır. Halihazırda ilaç sektörünün ürettiği ve tedavide aktif olarak kullanılan ilaçların çoğunun kökeni de bitkilere dayanmaktadır.

Tedavide hangi avantajlarından dolayı bitkisel ürünleri tercih ediyoruz?

Bitkiler yeni ilaç̧ geliştirilmesinde en önemli kaynaktır. Bitkilerdeki bazı bileşenlerin ayrıştırılarak, saf maddeler olarak tedavide kullanılması her zaman mümkün değildir. Bazen, saflaştırılmayan veya kısmen saflaştırılan bitkisel ürünler, aynı bitkiden izole edilen saf maddelere göre daha yüksek etkinlik göstermektedir. Bunun sebebi ekstraktın içerisinde yer alan polifenoller veya saponinler gibi bazı bileşenlerdir.

Bu bileşiklerin çoğu, kendileri direkt etkili olmasa bile, aktif bileşenin etkinliğini artıran adjuvan maddeler olarak fonksiyon gösterirler. Mesela, Ginkgo biloba, Hypericum perforatum, Tribulus terrestris, Artemisia annua gibi bitkiler bütün bitki veya ekstre olarak kullanılırlar. Saf maddelere kıyasla, bir bitki ekstraktının daha düşük dozları içindeki sinerjistik etkili maddelerden dolayı, istenen biyolojik cevap sağlanabilmekte ve aynı zamanda olası yan etkiler minimize edilebilmektedir. Genellikle en iyi etkinin elde edildiği ekstraksiyon teknikleri sır olarak saklanıp, sadece nihai ürün olarak piyasaya sürülmektedir.

Fitoterapi ve Ekstrakt

fitoterapiBitkisel ürünlerin saf madde yerine ekstrakt olarak kullanılmasının bir başka nedeni ise saf maddelerin daha kolay bozularak etkisini kaybetmesi ve tek başına biyoyararlanımının düşük olmasıdır. Başka bir ifadeyle bağırsaklardan emilerek kana geçme oranının düşük olmasıdır. Örneğin, belirgin antidepresan etkinliğe sahip olan Sarı kantaronun (Hypericum perforatum ya da St.John’s wort) içerdiği hiperforin izole edilip oksijen ile temas ettiğinde parçalanarak etkisini kaybetmektedir.

Bitki ekstraktı halinde ise antioksidan etkili flavonoitler tarafından korunarak bozulması önlenmektedir. Diğer bileşen hiperisin’in bağırsaklardan emilimi son derece zayıftır, ekstrakt halinde ise epikateşin, prosiyanidin, hiperozit veya rutin gibi polifenolik bileşikler ile kombine olduğundan kan seviyesinde belirgin bir artış meydana gelmekte ve kuvvetli antidepresan etki gösterebilmektedir.

Bu nedenle, bileşenlerin saflaştırılarak kullanımı yerine “standardize edilmiş kantaron ekstraktının” kullanılması tercih edilmektedir. Bir bitkinin ekstraktının adjuvan nitelikteki başka bir organik yapı ile birleştirilmesi etkinliği daha da artırabilmektedir. Dolayısıyla, günümüzde tedavi amacıyla bitkilerdeki etken maddelerin saflaştırılarak kullanılması yerine “belirli bileşenleri bakımından standardize edilmiş̧ bitki ekstraktlarının” kullanılması, daha iyi etkinlik ve daha az yan etki için tercih edilmektedir.

Dünyada Fitoterapi Kullanımı Nasıldır?

Bitkisel ürünler veya fitoterapi dünyada, özellikle sanayileşmiş ülkelerde, koruyucu ve tedavi edici olarak modern ürünlerle birlikte veya tek başına yaygın olarak kullanılmaktadır. Gelişmiş ülkelerde hekim reçetelerindeki ilaçların yaklaşık %30’u bitkisel ürünler içermektedir. ABD’de erişkinlerin %60’ı yılda en az bir kez bitkisel tedavi ürünü kullanılmaktadır. Almanya’da tedavilerin %66’sında hastalara bitkisel ürünler reçete edilmektedir. Japonya’da ise bu oran %70’leri bulmaktadır. Çin ve Hindistan’da ise fitoterapi kullanımı zirveye ulaşmış durumdadır. Bu ülkelerin çoğunda tıp fakültelerinde fitoterapi ders olarak okutulmaktadır ve sadece veya klasik tıbbi uygulamalarla birlikte bitkisel tedavi uygulayan binlerce yatak kapasiteli hastaneler aktif olarak hizmet vermektedir.

Türkiye’de Fitoterapi Kullanımı:

Dünya ile kıyaslandığında Türkiye’de bitkisel ürünlerden faydalanma oranı oldukça düşüktür. Ancak hekim önerisi olmadan, kayıt dışı kullanım boyutları bilinmese de son derece yaygındır. Yasadışı reklamlar ve kayıt dışı satış nedeniyle toplumsal boyutta ne kadar bitkisel ürün kullanıldığını tespit etmek de mümkün değildir.
Türkiye’de eczacılık fakültelerinde farmakognozi eğitimi verilmektedir. Fakat, tıp fakültelerinde tedavinin asıl uygulayıcıları olan hekimlerin eğitiminde son dönemlerde başlayan seçmeli dersler dışında herhangi bir fitoterapi eğitimi bulunmamaktadır. Dolayısıyla Türkiye’de tıp doktorları fitoterapi bilgisinden yoksun mezun olmaktadırlar. Üstelik, mezuniyet sonrası eğitim programlarında da fitoterapi eğitimi bulunmamaktadır. Ülkemizdeki hekimlerin fitoterapi eğitimi almamaları, çoğunlukla doktorların fitoterapik yaklaşımları reddetmesiyle sonuçlanmaktadır. Maalesef bu olumsuz tablo, bitkisel ürünlerin doktor olmayan kişiler tarafından bilinçsizce kullanmasına yol açmaktadır. Bu kullanımlar hekimlerden de gizlenmektedir.

fitoterapi

Fitoterapi ve Tıp

Hekimlerin Fitoterapi bilimini reddetmeleri, bitkilerin tedavideki etkinliğini yok etmez. Hekim dışı kişilerin fitoterapi uygulamaya kalkışmaları hasta açısından yeni sorunların oluşmasına yol açabilir. Fitoterapinin eğitimini almış doktorlar tarafından yürütülmesi 2013 yılında çıkarılan “Geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamaları yönetmeliği” ile yasal bir zorunluluk haline gelmiştir.

Fitoterapinin acil tıp konularında kullanımı son derece sınırlıdır. Bitkisel ilaçlar daha çok kronik hastalıklarda kullanılmaktadır. Fitoterapi kullanımı modern ilaçlara olan ihtiyacı ortadan kaldırmamaktadır. Ancak etkileşimlere dikkat edilerek modern ilaçlarla bitkisel ürünlerin birlikte kullanımı mümkündür. Ayrıca bazı durumlarda tedavi amacıyla tek başına bitkisel ürünlerin kullanımı da mümkündür.

Sağlıklı yaşam için koruyucu hekimlik hizmetleri tedavi edici hizmetlerden önceliklidir. Fitoterapi ve beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesi hastalıklardan korunmak için rahatlıkla kullanılabilir. Bitkileri tedavi edici olarak kullanmak profesyonellik gerektirir. Bu nedenle bitkileri veya bitkisel ürünleri tedavi amaçlı kullanmadan önce, mutlaka fitoterapi eğitimi almış bir doktora danışılmalıdır. Fitoterapinin klasik ilaçlarla tedaviden daha güvenli bir yaklaşım olabileceği unutulmamalıdır.

Kadınlarda meme başlıca süt salgısının yapıldığı beze dokusu, yağ dokusu ve bu dokuları destekleyen bağ̆ dokusundan oluşur. Süt salgısını oluşturan kısım, sütün meme ucuna taşınmasını sağlayan süt kanalları (duktuslar) ve bu kanalların ucunda asıl olarak süt salgılayan hücrelerin bulunduğu süt bezi lobulusundan oluşur. Süt bezi lobulusunda bebeğin doğumunu takiben süt salgılanmaya başlar. Bebeğin emmesiyle birlikte anne sütü süt kanallarından meme başına doğru akar. Meme kanseri ile ilgili tüm detaylara yazının devamında ulaşabilir, sorularınız için bizlere yorum bırakabilirsiniz.

meme kanseri belirtileri

Meme Kanserinin Görülme Sıklığı Nedir?

Bütün dünyada, kadınlarda en sık görülen ve en sık ölüme neden olan kanser türü meme kanseridir. Meme kanseri nadir de olsa erkeklerde de görülebilir. Tüm dünyada 2018 yılı için 2.1 milyon yeni meme kanseri vakasının tespit edilmesi beklenmektedir. Kadınlarda görülen her dört kanser vakasından biri meme kanseridir.

Her ne kadar, meme kanseri riski 50 yaş üzerinde büyük ölçüde artmaktaysa da daha genç yaştaki kadınlarda da meme kanseri görülebilir. Meme kanserine yakalananların %20’si 50 yaşın altındaki kadınlardır.

Meme Kanserinin Belirtileri Neler Olabilir?

Sayılan belirtilerin çoğu ilerlemiş dönemdeki kanser vakalarında görülür. Oysa çoğunlukla meme tümörlerin hastaların elle kedi kendilerini muayenesi sırasında fark edilen bir kitle nedeniyle doktora müracaat etmeleriyle tanı konulur.

Meme dokusunda tespit edilen kitlelerin bir çoğu iyi huylu kitlelerdir. Buna rağmen meme dokusunda bir kitlenin tespiti durumunda öncelikle tanı amacıyla gerekli detaylı incelemeler yapılmalı, gerekirse biyopsi yapılarak kitlenin iyi veya kötü huylu olduğunun ayrımı yapılmalıdır. İyi huylu tümörlerde takip yeterli olabilirken, kötü huylu kanserlerde zaman geçirmeksizin uygun tedavilere başlanmalıdır.

Tümerlerin elle muayenede tespit edilebilmesi için belli bir büyüklüğe ulaşması gerekir. Genel bir yaklaşım olarak iki milimetre büyüklüğe ulaşmış bir kötü huylu tümörün başka organlara metastaz yapmış olma ihtimali %20’dir. Bu nedenle ele gelecek kadar büyümüş olan bir meme tümörünün metastaz yapma ihtimali yüksektir. Bu ihtimali düşürmek için 40 yaşından sonra bayanların belirli aralıklarla meme kanseri için hassas yöntemlerle yapılan taramadan geçirilmesi gerekir.

meme kanseri evreleri

Teşhis ve İncelemeler

Meme kanserinin teşhisi en fazla bayanların kendi kendilerini elle muayenesi ile tespit ettikleri kitlelerin detaylı incelemesi ile konulur. Elle muayeneden sonra meme kanserinin tanısında en fazla iki yöntem kullanılır: bunlar meme röntgeni yani “mamografi” ve tespit edilen kitleden doku örneği alınması yani “biyopsi”dir.

Mamografide yönteminde her iki memenin röntgen filmi çekilir. Röntgen filmi ile memedeki kitlenin büyüklüğü, kenarları, sayısı ve  çevre dokularla ilişkisi değerlendirilir. Biyopsi yönteminde ise tespit edilen kitleden bir iğne ya da özel bir delme aparatı yardımıyla bir parça alınır, daha sonra patologlar tarafından mikroskopla bu doku parçasında kanser hücrelerinin olup olmadığı araştırılır. Ayrıca, memeler, koltuk altı dokuları ve iç organlar ultrason yöntemiyle incelenerek kitlenin durumu hakkında bilgi edinilebilir.

Kanserin meme dokusundaki yayılımı ve meme dışındaki organlara metastazlarının tespiti için duruma göre daha başka görüntüleme teknikleri de kullanılır. Örneğin Manyetik Rezonans (MR) görüntüleme ya da kemik dokusundaki yayılımları tespit için radyoaktif izotopların kullanıldığı Sintigrafi yapılabilir. Günümüzde kanserin uzak organlara metastazlarının tespiti ve evrelenmesi için yaygın olarak Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) kullanılmaktadır.

Meme Kanseri Evreleri :  

Kanser uluslararası TNM sistemine göre evrelendirilir. Buna göre tümörün köken aldığı organ içindeki büyüklüğü veya yayılması (“tumor”un T’si), kanserin lenf düğümlerine yayılma derecesi (“lymph node”un N’si) ve kanserin köken aldığı organ dışındaki organlara yayılma (“metastasis”in M’si) dereceleri kısaca ifade edilmiş olur.  değerlendirilerek hastalık şöyle sınıflandırılır:

T (Primer Tümörün büyüklüğü)

Tx: Primer tümör değerlendirilemiyor.

T0: Primer tümör bulgusu yok.

Tis: Karsinoma in situ.

T1: Tümör ≤ 20 mm.

T2: >20 mm, ≤ 50 mm.

T3: >50 mm.

T4: Göğüs duvarı veya meme cildi içinde büyüyen inflamatuvar göğüs kanseri dahil her boyuttaki tümör.

T4a: Göğüs (toraks) duvarında kaburgalar ve interkostal kaslara invazyon. Sadece pectoral kaslara invazyon bu katagoriye girmez.

meme kanseri teşhisi

Klinik N (Klinik Lenf Nodu Metastazı)

Nx: Primer tümör değerlendirilemiyor.

N0: Lenf nodu metastazı yok.

N1: Hareketli ipsilateral, level I-II lenf nodu.

N2: Fikse ya da birleşmeye eğilimli (konglomere) level I-II lenf nodu veya internal mammarian lenf nodları

N3: İpsilateral infraklavikular lenf nodu (level III) veya internal mammarian lenf nodu + level I-II aksiller lenf nodu veya, supraklavikular lenf nodu tutulumu.

M (Meme dışına, uzak organlara Metastaz)

MX: Uzak metastaz araştırılmamış

M0: Uzak metastaz yok

M1: Uzak metastaz var

Meme kanserinde T N M evrelemesi

Evre 0 Tis N0 M0
Evre I T1 N0 M0
Evre IIA T0 N1 M0
T1 N1 M0
T2 N0 M0
Evre IIB T2 N1 M0
T3 N0 M0
Evre IIIA T0 N2 M0
T1 N2 M0
T2 N2 M0
T3 N1 M0
T3 N2 M0
Evre IIIB T4 N0 M0
T4 N1 M0
T4 N2 M0
Evre IIIC Bütün T’ler N3 M0
Evre IV Bütün T’ler Bütün N’ler M1

 

Meme Kanseri Tedavisi :

Bayanlarda meme kanserinin kesin teşhisinin konulmasından sonra, ne tür bir tedavi uygulanacağını belirleyen çeşitli faktörler vardır. Tümörün patolojik özellikleri, hangi evrede olduğu, hastanın yaşı ve varsa diğer hastalıkları tedavi seçeneğinin belirlenmesinde önemlidir. Hastanın menopoz öncesi veya sonrası dönemde olması uygulanacak tedavi yaklaşımını değiştirebilir.

Meme kanseri tedavisi erken tanı konulan vakalarda genellikle cerrahi tedavi ile başlar, bunu kemoterapi ve radyoterapi takip eder. Kanser hücrelerinizin testleri hastanın ek tedavilerden faydalanabileceğinizi ortaya çıkarsa, diğer tedaviler kullanılabilir. Modern tıbbın sunduğu bu tedavi seçeneklerine rağmen tedavide başarı şansı sınırlıdır. Bu nedenle, son yıllarda tedavide bütüncül bakış anlayışı doğmuş ve klasik cerrahi, kemoterapi ve radyoterapi yaklaşımlarına fitoterapi, homeopati, ozon, gibi destek tedavileri eklenmiştir. Destek tedavilerinin her ne kadar bilimsel yayınlar anlamında eksikleri olsa da uygulanan hastalarda tedavideki başarıyı artırdığı gözlenmektedir. Ayrıca uygulanan destek tedavileri çoğunlukla kemoterapi ilaçları ve radyoterapiye göre yan etkileri yok denecek kadar azdır.

Cerrahi Tedavi :

Hastanın ameliyat edilmesi hastanın uygun olması durumunda ilk tercih edilen yöntemdir. Yapılan ameliyat “mastektomi” olarak bilinen meme dokusunun alınmasıdır.  Enflamatuar meme kanseri vakalarında en sık kullanılan prosedür, tüm memeyi ve birkaç yakın lenf nodunun alınması şeklinde uygulanan modifiye radikal mastektomidir. Özellikle koltuk altı lenf nodları kanser belirtileri açısından gözden geçirilir.

Ameliyat öncesinde kanseri küçültmek için kemoterapi ve/veya radyoterapi kullanılabilir. Neoadjuvan tedavi olarak bilinen bu yöntemle kanser kitlesi küçültülerek cerrahinin başarı şansı artırılmış olur.

Kemoterapi :

Kemoterapide kullanılan ilaçlar sık bölünerek çoğalan kanser hücrelerini öldürmek için kullanılan kimyasallardır. Kemoterapi ilaçları damardan veya ağızdan kullanılan ilaçlardan oluşur. Gerektiğinde her iki yoldan birlikte kombine olarak kullanılabilirler.

Enflamatuar meme kanseri için genellikle kemoterapi cerrahiden önce kullanılır. Kemoterapi ameliyat sonrası muhtemel kalan kanser hücrelerini öldürmek veya tekrar oluşma ihtimalini azaltmak için verilebilir.

Radyoterapi :

Radyasyon tedavisi, kanser hücrelerini öldürmek için X-ışınları ve protonlar gibi yüksek enerjili ışınları kullanır. Kanser dokusuna odaklanan cihazlardan verilen ışınlarla kanser hücreleri öldürülmeye çalışılır.

Radyasyon tedavisi, kemoterapi ve ameliyattan sonra, göğsünüzün etrafında ve kolunuzun altında kalabilecek herhangi bir kanser hücresini öldürmek için kullanılabilir. Radyoterapi ameliyat öncesinde tümör dokusunun küçültülmesi için de kullanılır. Bu durum cerrahinin başarısını artırabilir.

Hedefli Terapi :

Hedefe yönelik tedaviler, kanser hücrelerinin özel zayıflıklarına odaklanarak kanseri öldürmeyi hedefler. Belirli bir genetik mutasyonu olan inflamatuar meme kanseri hücreleri için, antikor niteliğindeki özel ilaçlar tedavi seçeneği olabilir. Bu ilaçlar, bazı iltihaplı meme kanseri hücrelerinin büyümesine ve hayatta kalmasına yardımcı olan HER2 adı verilen bir proteini hedefler. İnflamatuar meme kanseri hücrelerinizde HER2 fazlalığı varsa, antikor niteliğindeki ilaçlar bu proteinin bloke olmasına ve kanser hücrelerinin ölmesine yardımcı olabilir. Bu ilaçlar klasik kemoterapi uygulamaları ile kombine edilebilir.

Hormon Tedavisi :

İnflamatuar meme kanseri hormonlara duyarlıysa, tedaviye hormonlar eklenebilir.

Hormon tedavisinde, hormonların kanser hücrelerine bağlanmasını engelleyen ilaçlar kullanılır. Tamoksifen, seçici östrojen reseptör modülatörü (SERM) olarak adlandırılan bir ilaç türüdür. SERM'ler, vücutta bulunan herhangi bir östrojenin, kanser hücreleri üzerindeki östrojen reseptörüne bağlanmasını önleyerek, tümörlerin büyümesini yavaşlatır. Tamoksifen hem menopoz öncesi hem de postmenopozal kadınlarda kullanılabilir.

Vücudun menopozdan sonra östrojen yapmasını engelleyen ilaçlarda meme kanser tedavisinde hormonların etkisini bloke etmek için kullanılabilir. Aromataz inhibitörleri olarak adlandırılan bu ilaçlar, vücuttaki androjenleri östrojene dönüştüren bir enzimin etkisini bloke eder. Bu ilaçlar sadece postmenopozal kadınlarda etkilidir.

Homeopati vücudun kendi dinamiklerini kullanarak semptomları hafifletmek, kendini yenilemek ve insanın genel sağlığını iyileştirmek için çalışan güvenli, nazik ve doğal bir iyileşme sistemidir. Genel olarak enerji tıbbi içerisinde değerlendirilmesi daha doğrudur. Her yaştan insanda güvenle kullanılabilir. Klasik ilaçların yan etkilerinden hiçbirisi yoktur. Klasik ilaçlara göre çok uygun maliyetlidir. Homeopatik remediler doğal maddelerden üretilmiştir. Almanya kökenli olan yöntem Avrupa ve Amerika’da yaygın olarak kullanılmaktadır. FDA ve Avrupa Birliği tarafından onaylanmış bir tedavi yöntemidir.

Soğuk algınlığı, kulak iltihabı, migren ve boğaz ağrısı gibi akut hastalıkların yanı sıra astım, depresyon, otizm ve artrit gibi kronik rahatsızlıkların tedavisinde de kullanılabilir. Ancak homeopati cerrahi aşamaya gelmiş vakalar, anatomik bozukluklar ve genetik aktarımla geçen hastalıkların tedavisinde kullanılamaz. Dolayısıyla çok geniş bir kullanım alanına sahiptir.

Homeopatik ilaçlara “remedi” denilir. Remediler bitkiler, mineraller gibi tamamen doğal kaynaklardan üretilirler. Usulüne uygun kullanıldığında homeopatik remediler, hamile ve emziren kadınlar, bebekler, çocuklar ve yetişkinler de dahil olmak üzere herkes için tamamen güvenlidir.

Homeopati temel olarak benzerlik ilkesine göre çalışır. Bir remediyi kullanan sağlıklı kişilerde oluşan bulgular tedavi edilmesi gereken hastanın bulguları ile benzeşiyorsa remedi o hastanın tedavisinde kullanılabilir. Homeopati vücuttaki denge halini sağlıklı durum olarak kabul eder ve hastada bozulan denge durumunu hastalık öncesi doğal denge durumuna getirmeyi hedefler.

Homeopatik muayenenin en önemli kısmını, hastayı tanımak için yapılan görüşme oluşturur. Homeopat hekim ile hasta arasında yapılan görüşmede hastanın şikayetleri ve yapısının hangi remedinin özellikleriyle uyuştuğu saptanmaya çalışılır. En doğru remedinin bulunması durumunda hasta doğal bir iyileşme sürecine girecektir.

 

Kanser ve Homeopati

Kanser vücuttaki mikro çevrenin değişmesi sonucunda hücrelerin DNA’larının etkilenmesi ve kontrolsüz hücre çoğalmasının tetiklenmesiyle başlar. Kanserde kontrolü sağlaması gereken bağışıklık hücrelerinin bir yetersizliği de söz konusudur. Homeopatik tedavi bozulan dengeleri düzelterek hastayı bir bütün olarak tedavi etmeye çalışır. Bütün kanser türlerinde ve bütün evrelerde kullanılabilir.  Hastanın homeopatik remedileri kullanması son derece kolaydır. Remediler dilaltında eriyen küçük globüller veya ağızdan alınan sıvılar olarak hazırlanırlar.

Kansere Yenilmeyin

Kanser vakalarında modern tıbbın yanında, bireylere özel fitoterapi ve homeopati gibi tamalayıcı uygulamalar ile tedaviye olumlu katkılar sağlanabilmektedir.
RANDEVU AL
× WhatsApp
linkedin facebook pinterest youtube rss twitter instagram facebook-blank rss-blank linkedin-blank pinterest youtube twitter instagram